20 Kasım 2010 Cumartesi

Yakın Tehlike – Sosyal Medya Kazaları…(Ehliyetsiz Sürücüler İşbaşında, Dikkat..!)

Evet, bu yazım Sosyal Medya ve Kullanımının getirdiği bazı problem üzerine olacak. Ancak, hemen buna geçmeden önce, Sosyal Medya öncesindeki genel hayatımıza şöyle bir bakmakta fayda vardır.

Pek çok araştırmalar gösteriyor ki Türk halkı olarak, teknolojiye son derece yakın ve hızlı adapte oluyoruz, yada gerçekten olabiliyor muyuz?

Bugün, hayatın ve ekonomik koşullarında değişmesi sonucunda araç almak eskiye oranla daha kolay hale geldi ve trafikte bunun göstergesi sayılabilir. Ancak; araç kullanıcılarına baktığınızda büyük bir çoğunluğunun aracını hiçbir şekilde tanımadığını ve sadece gaza basmakla gittiğini düşünmekte, hiçbir kurala uymaksızın sürüşüne devam etmektedir. Sonuç itibari ile gazetelerde ve diğer yayın organlarında çok yüksek oranda ölümlü ve büyük maddi hasarlı kazalar boy boy görülmektedir.



Aynı olumsuz göstergeler farklı bir kullanım alanında daha ortaya çıkmaktadır, cep telefonları. Kapitalizmin bir sonucu olarak, harika görselliklere sahip ve muhteşem ürünler geliştirilmekte, insanlara profesyonelce pazarlanmakta ve satılmaktadır. Kullanıcılar ise, son derece bilinçsiz bir şekilde bu ürünleri almakta, hatta pek çok özelliğini kullanmamasına rağmen, sırf caka satmak uğruna ve bütçesini sarsmasına rağmen bunlara sahip olmak istemektedir. Çok ilginçtir ki saatlerce telefonda konuşmakta, verebileceği ruhsal ve fiziksel zararları hiç düşünmeden bunları yapabilmektedir.

Yukarıda verdiğim ve hepimizin bildiği bu basit örnekleri ise her kesimden insanın yaptığını rahatlıkla görebilirsiniz. Yani, teknolojinin gelişmesi ve/veya okumuşluk maalesef bu cehaleti engelleyemiyor.

Aynen yukarıdaki örneklerde olduğu gibi, mantar gibi türeyen Sosyal Medya uygulamalarıda, gerek kullanıcı kitlesi gerekse bunun karşısında olan uygulayıcıları tarafından doğru algılandığını ve kullanıldığını kesinlikle düşünmüyorum. Bana göre, bir faciadır gidiyor. Bunu, 22 yıllık CRM tecrübeme ve takibinde olduğum Sosyal Medya mecrasından elde ettiğim bilgilere göre rahatlıkla söyleyebiliyorum ki bu bilgiler somuttur. Ancak, burada ve bu yazıda tamamen bir genelleme yaparak uyarıyor olacağım.

Piyasada pek çok Sosyal Medya uygulaması mevcut olup artmayada devam etmektedir. Ve bunlar hiçbir şekilde araştırılmadan, incelemeden ve ne yapılmak istendiğine karar verilmeden kullanılmaya başlanmaktadır.

Mevcut Sosyal Medya uygulamalarının hemen hemen hepsi farklı kullanım ihtiyaçlarından ortaya çıkmış olup zamanla fonksiyonellik talepleri nedeni ile birbirlerinede mecburen yaklaşmışlardır. Ancak, bu benzerliklerine rağmen Facebook’ta yer alan bir kurum ve/veya kişi aynı modelle LinkedIn içerisinde olması doğru değildir, farklılaştırılması gerekmektedir. Bu örnekler elbette çoğaltılabilir ve aşağıda vereceğim vakalardan bunları rahatlıkla anlayabilirsiz.

Örnek – 1:

Piyasada bir şeyler biraz talep gördü mü hemen benzerini yapalım mantığı var. Bazı büyük medya yapılarıda bunu yapmış durumda. Ancak, yapılana baktığınızda ya birebir kopyası yada facia derecede kötü bir yapı ile karşılaşıyorsunuz. Görsellik deseniz “Yok”, Kullanım kolaylığı deseniz “Rezil” durumda, diğerlerini saymaya bile gerek görmüyorum ancak bu tür yapılar tam bir çöplüğe dönmektedir.

Örnek – 2:

Pek çok firmada görülüyor ki kullanıcılar hemen hemen tüm Sosyal Medya uygulamalarında birer hesap açmaktadırlar. Ama büyük bir çoğunluğu bunu ciddiye almadan başladığı için, basit bir reklam mantığına indirgenmekten öteye gidememektedir. Yanlış hesap isimleri, saçma sapan resimler, berbat başlıklar ve son derece kötü içerikler yayınlamaktadırlar.  Bakıyorsunuz, aylar yıllar geçmiş, üye sayısı komik düzeyde olduğu gibi kendisi bile uğramamış ve hiçbir katkı sağlamamış. Her zaman derim, acele giden ecele gider diye. Eğer, gerçekten doğru şeyler yapmak istiyorsanız o zaman oturup bir zahmet biraz planlama yapınız.

“Sözcüklerin gücünü anlamadan insanların gücünü anlayamazsınız. (KONFÜÇYÜS)”

Örnek – 3:

Özel bilgi ve içerikler ile kurumsal yapı kesinlikle karıştırılmamalı.Öyle profiller var ki profil resimlerine baktığınızda içerikler ile çok sırıtıyor. Adeta mankenlik ajansı gibi..!

Çok doğal olarak insanlar Sosyal Medya kavramının yükselişi ile birlikte, kendilerini özgürce ifade edebilecekleri kanallara sahip oldular. Ancak, sanıldığının aksine bu özgürlük çok gerçekçi olmayıp ilerleyen zamanda kişi ve/veya kurumlara ciddi negatif etkileri ile geri dönüşü olacaktır ki gerek ülkemizde gerekse dünyadan örnekleri ortaya çıkmaya başlamıştır. (İşten çıkarılanlar, yanlış kampanya nedeni ile 1-2 dakika içerisinde yüzbinlerin protestosu sonucu ürünlerin/hizmetlerin geri çekilmesi ve büyük maddi kayıplar gibi, …..)

Gördüğünüz üzere sadece 3 örnek ile neler yaşanabiliyor, gerisini siz hayal edin.

“PROOFPOINT tarafından gerçekleştirilen bir araştırmaya göre: Şirketlerin % 7'si Sosyal Medya sitelerindeki aktiviteleri nedeniyle en az bir çalışanını işten çıkarmış durumda. Sosyal Medya nedeniyle uyarılan çalışanların oranı ise % 20'yi buluyor..!”

Sosyal Medyanın önlenemez yükselişi ile birlikte bir sorun daha ortaya çıkmıştır ki bu alanda doğru işler yapabilmek için gerekli ve yeterli düzeyde uzmanın bulunmamasıdır.  İstisnalar dışında yer alan kişiler/kurumlar, yetersiz bilgi ve tecrübeleri nedeni ile kurumlara yanlış yön vermektedirler.

“Benim en iyi dostum terzimdir. Çünkü ne zaman beni görse, derhal o andaki ölçülerimi alır. Oysa bütün öteki tanıdıklarım benim hala eskisi gibi olduğumu düşünürler. (Bernard SHAW)”

Teknik bilgilere sahip olmak ayrı bir özellik olduğu gibi bu bilgileri kullanabilmek ise ayrı bir yetenektir. İlgili kurum ve/veya kişi için teknik analizleri verebilirsiniz, ancak ortaya konulacak model, bir konsept danışmanlığını işaret eder ki bu tecrübedir, sanattır.

Sosyal Medya uygulamalarında görülen en önemli eksiklikler ve yanlışlıklar zinciri ise içerik oluşturulmasında görülmektedir. Çoğu zaman ya içerik yok, yada içerikte bir şey yok. Laf olsun diye içerik oluşturulamaz, bunu ehil olmayan bir kişiye yada kurumada veremezsiniz. Öncelikli yapılması gereken, her zaman olduğu gibi ne istediğinizi bilmeli ve buna göre planlama yapmanızdır.

Elbette sadece içerikte yeterli değildir; o içeriğin hedef kitlenize doğru mesajı vermeli ve dinamik olmalıdır. Bunu yapabilmek içinde, Sosyal Medya uygulamaları çok iyi takip etmeli, izlemeli ve doğru analizler oluşturmalısınız. İçeriğiniz, dikkat çekmeli ve katma değer oluşturmalıdır. İçeriğiniz takip edilmeli ve bunun sürekli olması gerekmektedir. Sosyal Medya kültürü şirket içinde oluşturulmalı ve şirketin diğer çözümleri ile doğru bir şekilde entegre edilmelidir. Birbirinden bağımsız ve kopuk sistemler, size her zaman eksik ve/veya yanlış sonuçlar verecektir. Bu ise, büyük bir tehlikedir.

“Doğaya göre bütün insanlar birdir, fakat pratikte birbirlerinden dehşetli ayrılık gösterirler. (KONFUÇYUS)”

Evet, web üzerinden limitsiz bilgilere ulaşabilirsiniz, hiçbir sorun yok. Ancak, bu bilgileri doğru kullanmak istiyorsanız eğer, hazırlıksız kahramanlar gibi aniden atılmaktansa, bilgili ve dengeli bir gelişim için lütfen biraz araştırma yapın, inanın ki bu süreyi makul bir düzeyde tutarsanız kazanan sizler olursunuz.

Sosyal Medya kavramının; başına, sonuna veya ortasına hangi kelimeyi koyarsanız koyun hiç fark etmez isminin ne olduğu. Gelinen bu noktada, çok büyük bir bilgi hacminden söz ediyoruz. Önemli olan, bu bilgiyi nasıl yöneteceğinizdir. Unutmayın ki doğru bilgiye sahip olanlar ve yönetenler hep bir adım önde olacaktır.

Diğer İlgili Yazılarım :




** Konu ile ilgili olarak ekranın sağ tarafında yer alan Formspring’i kullanarak sorularınızı bana yöneltebilirsiniz.

7 Kasım 2010 Pazar

Müzik, Pazarlama ve Satış... (Yeteri Kadar Dikkat Ediliyor mu?)

Bu sefer ki konumuz, müziğin satışlar üzerindeki etkisi. Ancak, bu konuya  doğrudan geçiş yapmadan önce, bir süreden beri kişisel olarak yapmış olduğum birkaç gözlemimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

İşletmeler istek küçük ölçekli olsun isterse büyük olsun, gördüğüm kadarı ile ki buradan kastım şu an için perakende sektörüdür, satış konusunu gereğinden fazla abartmış ve rahatsız edici boyutlara getirmiş olduklarını görüyorum, çoğu zamanda yeteri kadar denetlenmiyorlar. (Elbette hepsi için geçerli değil bu)

Bir gün, ismi çok bilinen ve gıda sektöründe ödülleri olan bir cafe’ye girdim, girdim ama girmez olsaydım. Öncelikle her şey normal gibiydi, siparişi verdim ve uygun bir zamanda geldi. Şöyle bir şef garsona gözüm takıldı ki hiç de hijyenik olmayan hareketleri gaye rahatlıkla yapıyordu. Tam bu sırada, kısa zaman sonra anladığım işletmenin sahibi geldi ve telefon ile konuşmaya başladı. Sanırım telefonun diğer ucundaki şahsiyetle bir sorunu vardı ve hararetle konuşuyordu, bu hararet o kadar arttı ki olay küfürleşmeye vardı ve cafe doluydu.!! Bu arada, TV’den gelen müzik yayını ile diğer müzik yayını ile karıştığınıda söylemeden geçemeyeceğim. Şimdi, bu nasıl bir işletmecilik anlayışı?

Şahsen alışveriş yaparken, mağazadaki görevlilerden ilgi görmeyi severim. Sonuçta alacağınız ürün hakkında soracaklarınızın olması normaldir. Etrafta birilerini görememek ayrı bir sorun ancak asıl sorun, görevlinin mağazada sizi an ve an hafiye gibi, yanınızdan hiç ayrılmadan tüm standları sizinle dolaşması ise en büyük sorundur. Daha da acısı, siz hangi ürüne el atsanız yardımcı olayım diyerek düzinelerce soru sorması/atılımda bulunması ayrı bir derttir. Bunu birebir yaşadım ve başka yaşayanların da olduğunu kendi anlatımlarından dinledim. Eğer, mağaza yönetimi bunu müşteri memnuniyeti olarak algılıyorsa çok aldanıyorlar. Çünkü, benim gibi pek çok kişi artık oraya gitmiyor.

Bu, 2 basit örnekten sonra aşağıda bağlantılı asıl konumuza geçelim:

Bilindiği üzere “Müzik” farklı kültür ve toplumları ortak noktada birleştiren önemli bir unsurdur. Ortak bir dil olması nedeni ile güçlü bir iletişim aracıdır. Acı yada tatlı her türlü durumda başarı ile kullanılabilmektedir.

Tüketici davranışları psikolojisi, detaylı olarak insanların tüketimle ilgili neler hissettiğini, nelere değer verdiğini ve nasıl davrandıklarını inceler. Tüketici davranışlarını anlamanın her zamankinden daha önemli hale geldiği şu zamanda ise, yapılan araştırmalar göstermiştir ki müziğin (koşulsuz uyarıcı – hoş müzik) alışveriş ortamlarında ciddi olumlu etkileri tespit edilmiştir.

Bu etkilere aşağıda bakacak olursak (Tüketiciler artık 20 sn içinde karar almaktadırlar):

- Doğru imajın yansıtılmasında önemlidir.
- Güçlü bir Marka imajı yaratmada etkendir.
- Müşteriler ile uzun süreli duygusal bir bağ oluşturur.
- Dikkati istenilen yere çeker ve ilgiyi devam ettirir.
- Müzik yayını, tüketicileri mağaza içinde daha fazla kalmasını
  sağlamaktadır.
- Müzik eşliğinde yapılan ürün ve hizmet teşhirleri daha kolay algılanır.
  “Sözlü iletişime göre”
- Ortamdaki istenmeyen gürültüyü absorbe ederek tüketicilerin ilgisini
  kaybetmeyi engeller.
- Seçilen müzik türleri ticari mesajı daha anlaşır hale getirmektedir.
- Yavaş tempolu müzikler müşteriyi daha fazla mağazada tutar.
- Mağaza çok kalabalık ise hızlı tempolu müzikler trafik akışını düzene
  sokar.
- Doğru müzik, satışları %10’a kadar arttırabilir.

Pazarlama ve Satışta ruh hali yaratmanın başlıca amaçları şunlardır:

- Satın Alma İhtimalini Yükseltmek İçin Rahatlatmak.
- O Andan Zevk Alımını Arttırmak.
- Objelerin Algılanmasını Geçici Olarak Arttırmak.
- Ruh Hali Yaratarak Objelere Kalıcı Duygular İliştirmek.

Örnek :

“Trehub 21 yaptığı bir deneyle bebeklerin kendilerine söylenen şeyi müzikle dinlemeyi konuşmaya tercih ettiklerini göstermiştir. Deneyde 6 aylık bebeklere annelerinin kendileriyle konuştukları ve kendilerine şarkı söyledikleri bir video teyp’i izletilmiş; bebeklerin annelerinin şarkı söylediği bölümleri daha uzun süreli kalıcı bir dikkatle izledikleri gözlemlenmiştir. Bebekler bu şarkı söylenen kısımları hipnotize olmuşçasına izlemişler, monitöre uzun süre “yapışmış” olarak kalmışlardır. Bebeklerin müzikle yönlendirilmiş duygusal mesajlara daha tepkili olmaları onlara yönelik ürün reklamı yaparken dikkate alınmalıdır.”

Örnek :

Olive Garden (Amerika’da ünlü İtalyan zincir restaurantı) : Frank Sinatra, Dean Martin, ve Tony Bennett gibi hafif İtalyan tadında birçok klasik vokal materyal çalar.

Örnek :

Red Lobster (Amerikan zincir deniz mahsulleri restaurantı) : Firmanın reklamlarında da üzerinde durduğu Karayipler, plaj, ve tropikal hava temalarını destekleyen Jimmy Cliff, Van Morrison, Jimmy Buffet, biraz reggae müziği, biraz Karayip cazı, enstrümantal müzik ve günümüzden Sting, Al Gren gibi daha güncel bir karışım seçmiştir. Bu durumlarda istikrarlı olan tutum firmanın stratejisiyle müzik kullanımı arasındaki bağlantıdır.

Örnek :

Victoria’s Secret firmasının çıkardığı “Victoria’s Secret Music to Go!” CD’leri müşterinin markayla ilgisini geliştirmeyi amaçlar. Bu noktada olay artık sadece bir perakendeci olmak değil müşterinin marka deneyimini evine taşıyıp tekrar mağazaya geldiğinde markayla daha çok bağlantılı olmasını sağlamaktır.

Örnek :

Avustralyalı giyim perakendecisi Jacqui E; hedef kitlesini “stili olan ve kendine güvenen modern kariyer kadını” olarak belirlemiş ve dolayısıyla müzik karışımını 1980’lerden 1990’lara uzanan hafif rock olarak seçmiştir. Bu seçimin mağazalarda olumlu etkileri olmuştur.

Örnek :

Jacqui E’ nin tam tersine; kardeş firması Just Jeans, daha genç bir kitleye hitap ederken müzik olarak “Pearl Jam” güncel rock müziğini “İstediğini giy, olmak istediğini ol! (Wear what you want, be what you want)” konumlandırmasıyla uyumlu seçmiştir.

Bir mağazada çalınacak müzik; satış elemanının ve/veya bir restoranda şef garsonun zevkine bırakılacak olursa ve reklamda müzik unsurunun önemli etkisi dikkate alınmaz/planlı davranılmazsa (örneğin müzik seçimi, reklam finansörünün/finansörlerinin kişisel zevkine bırakılırsa) bu, tam anlamıyla kumar oynamak anlamına gelir. Müzik; reklamcılık ile ilgili tüm alanlarda, sektörünün vazgeçilmez bir aracıdır ve reklamların istenilen sonuca ulaşmasına yardımcı en önemli faktördür.

Dolayısı ile mağaza içinde müzik yayını amatörce yürütülmemeli, kaliteli müzik yayını ile bu konuya tamamen profesyonelce yaklaşılmalıdır.

24 Ekim 2010 Pazar

NE KADAR MÜŞTERİ ODAKLISINIZ ?

Bir önceki yazımda “CRM ve Sosyal Medya Birlikteliği” konusunda bazı temel bilgileri sizlerle paylaşmıştım.

Bu yazımda ise, çok önemli gördüğüm ve pek çok işletme tarafından halen yeteri kadar dikkat edilmeyen “Bilgi / Bilgi Yönetimi ve Analizi” hakkında bazı bilgileri hatırlatmaya, CRM ve Sosyal Medya konularını biraz daha açmaya çalışacağım.

Detaylara geçmeden önce, klasik olsada öncelikli olarak “Bilgi” ve “Bilgi Yönetimi” ne anlama geliyor diye aşağıda tekrardan bakmakta fayda var:

Bilgi karşımıza çok farklı şekillerde ortaya çıkmakla beraber, araştırma ve gözlem ile birlikte öğrenilerek elde edilen ilkelerin tamamına verilen genel bir isimdir diyebiliriz. İçerisinde pek çok unsurun yer aldığı ve bu unsurların değer yarattığı tüm davranış ve aktivitelerin bütünüdür. Dolayısı ile son derece çeşitli, yoğun ve büyüklüğü çok fazladır. Bilginin ciddi bir değeri ve maliyeti vardır.

Bilgi Yönetimi ise; bireyin ve/veya örgütlü yapının amaçlarını yerine getirebilmesi için gereken işgücünün ve yeteneklerin kullanılması ve yönlendirilmesidir. Bu, büyük bir emek ve profesyonellik gerektirir.

Geçmişe uzanıp baktığımızda ise, herhangi bir şekilde elde edilen bilgiler geleneksel yollar ile depolanmakta ve son derece kısıtlı şekilde insanlar arasında paylaşılabilmekteydi.

Günümüzde ise gelişen teknoloji ile birlikte bilginin hem büyüklüğü çok arttı hem de bu büyüklükten dolayı yönetimi son derece zorlaştı.

Zamanın nasıl hızlı aktığına ve doğru orantılı olarak teknoloji ve özellikle de internet uygulamalarındaki (Sosyal Ağlar) gelişmelerin ve etkilerinin geldiği noktaya örnek oluşturması ve yukarıda kısaca anlattığım konuların önemini vurgulamak bakımından  aşağıdaki istatistiksel bilgilere bakmakta öncelikli fayda görüyorum:

İnternet (Genel) :

1999 yılı itibari ile 350 milyon internet kullanıcısı,

2009 yılı itibari ile  1.7 milyar internet kullanıcısı (Bu yıl 2 milyarı aşacağı tahmin ediliyor “Dünya nüfusu 6.9 milyar” / Dünya nüfusunun neredeyse üçte biri kadar)

Günlük gönderilen e-posta sayısı 210 milyar (Hızla artıyor)

Mevcut web sayfa sayısı 1 trilyon (Hızla artıyor)

İnternet (Genel / Türkiye) :

İnternete erişim imkânı olan hane oranı % 41,6’ya yükseldi (2009 yılı oranı %30 idi),

16-74 yaş grubundaki bireylerde bilgisayar ve İnternet kullanım oranları sırasıyla erkeklerde %53,4 ve %51,8, kadınlarda  %33,2 ve %31,7’dir,

Bilgisayar kullanan bireylerin %60,8’i bilgisayarı, İnternet kullanan bireylerin %59,3’ü ise İnterneti hemen hemen her gün kullanmıştır,

Bilgisayar ve İnternet kullanım oranlarının en yüksek olduğu yaş grubu 16-24 yaş grubudur,

Son üç ay içerisinde İnternet kullanan bireylerin; %72,8’i e-posta göndermek ve almak, %64,2’i sohbet odalarına, haber gruplarına veya çevrimiçi tartışma forumlarına mesaj göndermek/anlık ileti göndermek için, %58,8’i haber, gazete ya da dergi okumak ve haber indirmek için, %55,7’si mal ve hizmetler hakkında bilgi aramak, %51,2’si oyun, müzik, film ve görüntü indirmek ya da oynatmak için interneti kullanmıştır,

İnternet kullanan bireylerin kişisel kullanım amacıyla İnternet üzerinden mal veya hizmet siparişi verme ya da satın alma oranı %15’dir.


12 Ekim 2010 Salı

CRM VE SOSYAL MEDYA BİRLİKTELİĞİ…

Bu yazımda, kısaca CRM ve İnternet tarihine bakarak “Sosyal Medya” kavramı ile günümüzdeki etkileşiminin nasıl olması gerektiğine dair temel bilgileri paylaşacağım.

Şu an bulunduğumuz zamandan geriye doğru gidersek, hayatın şimdiki kadar karmaşık ve yoğun etkileşim içinde olmadığını rahatlıkla hepimiz görebiliriz.

Dünya’da internet 1969 yılları (1950 yıllara kadar gittiği söylenir…) gibi gündeme gelmekle birlikte asıl kullanım şekline, getirilen standartlar ile birlikte 1983 yılında geçti denilebilir. Türkiye’de ise başlangıcı yaklaşık olarak 1993 yılı olarak bilinir.

Ne zaman ki bilgisayar teknolojisi hızlı adımlar ile ilerlemeye başladı ve internet icat oldu, insanlar artık geleneksel yöntemlerden vazgeçti ve bir yerden diğer yere sürekli seyahat etmeden de birbirleri ile yoğun iletişim içerisine girebileceklerini fark ettiler. Bu, bilgi yoğunluğunun ve paylaşım hızının da inanılmaz derecede artmasına neden oldu, dolayısı ile kontrolüde zorlaştı.

1990 yıllarını ise CRM’in başlangıç dönemi olarak kabul edebiliriz. Bu tarihe kadar “CRM-Müşteri İlişkileri Yönetimi” geleneksel yöntemler ile yapılırken, bu yıldan sonra geliştirilen çok çeşitli uygulamalar ile takip edilmeye başlandı.

Amaç, Müşterilere daha iyi hizmet vermek ve uzun dönemli sadakati sağlayarak ürün ve hizmetlerde satışları iyi seviyelerde tutmaktı. Elbette, bunda iş dünyasının yaşadığı büyük değişimde çok önemli rol oynadığı gibi tüketicilerin isteklerindeki ani değişim ve bu değişimin yüksek hızda seyretmesinin getirdiği ciddi etkilerde rol oynamıştır.

Müşteri memnuniyetinin ve bağlılığın sağlamasının yanında unutulan ve aslında halen yeteri kadar dikkat edilemeyen unsur ise müşterinin memnun kalmaması durumunda, nasıl bir hizmet aldığı ve bu sürecin ne kadar sürdüğüdür.

Yazıda daha ileriye gitmeden önce, bu konunun önemin vurgulamak açısından aşağıdaki temel bazı unsurlara dikkat etmekte fayda görüyorum:

Müşterilerin nereye şikayette bulunabileceklerini bilmeleri ve bu tür şikayetlerin teşvik edilmesi büyük önem arz etmektedir.  Çünkü şikayet etmeyen müşteri, her zaman için sizi bırakıp rakiplerinize rahatlıkla gidebilir (Yeteri kadar alternatifi var…)

“Yeni müşteri kazanmanın bedeli eskisini tutmanın yaklaşık 20 katı kadar ağırdır.”

8 Ekim 2010 Cuma

HAYAT VE İNSAN / TAM OLARAK HAZIR OLABİLİR MİSİNİZ ?

Bu sefer sizlerle sevdiğim bir hikayeyi paylaşacağım aşağıda ve yazının sonunda bazı görüşlerimi sunacağım. Sizlerde yorumlarınızı paylaşırsanız sevinirim...

------------------------------------------------
İKİ TAPINAK (Eski Hint Hikayesi)

"Öğretileri birbiriyle uyuşmayan karşılıklı iki tapınak vardı. Bu tapınakların -sözde- ustaları birbirlerine o kadar karşıydılar ki görüşmüyorlar ve öğrencilerinden diğer tapınağa asla bakmamalarını istiyorlardı.

Bu iki tapınağın birer çocuk hizmetçileri vardı. Ustaların bütün işlerini tapınaktaki bu hizmetçiler yürütüyorlardı. İki tapınağın ustası da kendi hizmetçisine "Diğer tapınağın hizmetçisiyle konuşma, o insanlar tehlikeli" demişti.
Ama çocuklar, çocuktur. Yolda karşılaşmışlardı ve ilk tapınağın hizmetçisi diğerine sormuş : " Nereye gidiyorsun?"

Diğeri yanıtlamış: "Rüzgar beni nereye götürürse"...

O kadar güzel bir cevap ki çocuk tapınakta söylenen bütün Zen hikayelerini dinlemiş olmalı. "Rüzgar beni nereye götürürse" diyor çok ulvi Saf Tao.

Ancak ilk çocuk verecek bir cevap bulamayınca utanmış, bozulmuş. Öfkelenmiş ve suçluluk duygusu içinde "Ustam, bu insanlarla konuşmamamı söylemişti. Bu insanlar gerçekten tehlikeli. Ne biçim bir yanıt? Beni aşağıladı!" diye düşünmüş.

Ustasına gitmiş ve olanları anlatmış: "Onunla konuştuğum için çok özür dilerim. Haklıymışsınız, o insanlar gerçekten çok garip. Bu ne biçim bir yanıt ? Ona nereye gidiyorsun diye sordum. Basit bir soru. Onun tıpkı benim gibi pazara gittiğini de biliyorum. Ama o bana ‘Rüzgar beni nereye götürürse' dedi."

Ustası konuşmuş: "Seni uyarmıştım ama dinlemedin. Fakat bu cevabı tapınağın selamati için yanıtsız bırakamazsın. Şimdi bak; yarın aynı yerde dur. O geldiği zaman ‘Nereye gidiyorsun' diye sor. Sana ‘Rüzgar beni nereye götürürse' dediğinde o zaman senin de onun gibi felsefi bir cevap vermen gerekir. Ruh bedensiz olduğundan ve rüzgar ruhu hiçbir yere götüremeyeceğinden ona ‘Demek o kadar zayıfsın ki bu zayıf rüzgar ayaklarına hükmedebiliyor' dersin." demiş.

Çocuk tamamen hazır olmak için bütün gece mizansenini kafasında tekrarlamış. Ertesi sabah erkenden oraya gitmiş ve beklemeye başlamış. Diğer çocuk tam vaktinde gelmiş. Şimdi ona gerçek felsefenin ne olduğunu gösterebilecekti. "Nereye gidiyorsun?" diye sormuş ve beklemiş.

Ancak diğer çocuk şöyle bir bakıp "Pazardan taze sebze alacağım" demiş."

Diğer çocuk yine cevap vermemiş. Şimdi öğrendiği tüm o felsefeyi ne yapacaktı?
----------------------------------------
Evet; doğduğumuz andan itibaren bazı şeyleri hemen anlamasakda pek çok davranış şeklini öğrenmeye başlıyoruz dolaylı olarak. Okul çağına geldiğimizde ise yıllarca süren detaylı eğitimler sonrasında ilk iş hayatına atıldığımızda ise gerçekler ile yüzleşiyoruz. Ya başarılı oluyoruz yada yetersiz kalıyoruz hayata ve sorunlarına karşı. Herkes ve mevcut sistemler bize şunu yap yada yapma diyerek yönlendirmeye çalışıyor.

Aslına bakarsanız, hayata öyle tam olarak hazır olmak mümkün değil, kolay kolay kontrolde edemezsiniz.

Belkide hayatın esas güzelliği bunun içinde saklıdır, süprizlere her zaman açık.

Eğer standart bir davranış biçimi ile hayata karşı koymaya çalışırsanız hata yapılacak diye korkuya kapılırsınız, belkide hemen geri çekilir ve kaçarsınız.

Hayatımız boyunca hep kısıtlamalar ve yasaklar ile engellendiğimiz için, insanlar asla yanlış yapmamak uğruna hiç bir şey yapmıyorlar. Bu ise, insanların yaratıcılığını yok ediyor.

Dolayısı ile hata yapmamak adına hiç bir şey yapmamaktansa, denemek, hatayı görmek ve sonucunu iyi analiz ederek bir sonraki duruma daha hazırlıklı olmak en iyi yöntemdir.

23 Eylül 2010 Perşembe

OLUMSUZLUK DENİZİNDE BOĞULUYORUZ / BAŞKA HABER Mİ KALMADI ?

Bu yazımda sizlerle bir süredir aklımda olan ve benim gibi pek çok kimseyi fazlası ile rahatsız ettiğine inandığım bir konu üzerinde düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. 

Evet, konumuz Medyada yer alan olumsuz haberlerin toplum üzerinde yarattığı umutsuzluk ve değersizlik hissi.

Zaman mı hızlı akıyor yoksa bizler mi zamanı hızlı ve verimsiz kullanıyoruz bilmiyorum ama önemli olan bir şey var ki hak edilen değeri ne zamana dolayısı ile ne de kendimize doğru bir şekilde verebiliyoruz.

Oldukça yaşlı olan dünyamız sayısız uygarlıkları ve insanları barındırdı mahiyetinde. Ancak, gelinen şu noktada ise sanıyorum ki en huzursuz ve karmaşa dönemini yaşıyor pek çok açıdan.

İnsan nüfusu çok arttı, ulaşım imkanları sayesinde sınırlar kalktı sayılır, farklı kültür ve bakış açıları ortaya çıktı. Bununla doğru orantılı olarak gelişen iletişim teknolojileri ile birlikte tüm bu bilgiler inanılmaz bir hızla el değiştirmeye ve çoğunluklada kontrolsüz şekilde paylaşılmaya başlandı.  Medeniyet açısından olumlu görülebilecek bu değişim ve gelişim, beraberinde doğal olarak ciddi olumsuzlukları da getirdi.

Medya kavramı içerisinde geçen hangi araç olursa olsun, ciddi bir kirlenmişlik ve negatiflik söz konusu olmaya ve çevremizi kuşatmaya başladı. İnsanlar, artık sadece paraya ve güce tapar oldular, nerede olumsuzluk varsa bunun üzerinden rant sağlamak en büyük hedefleri haline geldi.

Bugün hangi kanalı, gazeteyi açarsanız açın yada internetten takip edin, sürekli olumsuzluklar haber olarak verilmekte ve hatta ana sayfaları tüm açıklığı ile işgal etmektedir.

Filmler, diziler, oyunlar ve daha nicesi çok açık bir şekilde “hayatın gerçekleri diyerek..!”; vahşeti, dolandırıcılığı, kandırmayı, çalmayı, değersizliği ve riyakarlık gibi benzer negatif unsurları insanlara sonuçlarını düşünmeden pompalamakta ve negatif örnek olmaktadır maalesef.

Var olan doğru bazı uygulamalar/programlar ise, bu olumsuzluklar arasında hak ettiği değeri ve ilgiyi göremeyerek hayatın sıkışmış satır aralarında yok olmaya maruz bırakılmaktadır.

Elbette bu sadece bizim ülkemizde olan bir şey değil, tüm dünyada böyle ancak bunların çok çok fazla olması geleceğimiz olan çocuklarımızı fazlası ile kötü yönde etkilemektedir. İleride bu çocukların olması gereken yerlere ulaştıklarında, sistemin kabul edilebilir seviyede düzgün ve ahlaklı olmasını kim garanti edebilir ki?

Aşağıda bir süre önce karşılaştığım basit birkaç örnek vermek istiyorum :

13 Eylül 2010 Pazartesi

İŞLETMENİZ İÇİN SEÇECEĞİNİZ YAZILIM KABUSUNUZ OLMASIN…

Günümüzün hızlı değişen ve dinamik ekonomisinde, maalesef ki pek çok işletmede Bilgi Teknolojileri kapsamında yer alan projeler ağırlıklı olarak ya tamamen başarısızlık ile ya da eksik bir şekilde sonuçlanmaktadır. Bunun en büyük nedeni de yetersiz bilgiye ve yorumlama hatasına dayalı yanlış seçimlerden kaynaklıdır.

Teknoloji öyle bir noktaya ulaştı ki tek bir tuşla dahi sonsuz bilgi kaynaklarına erişebilmektesiniz. Ancak, bu sonsuz kaynakları yorumlamak ve doğru adımları atabilmek ise ayrı bir yetenek gerektirir.

Bilgi Teknolojilerinde, mevcut bu bilgileri analiz etmek ve yorumlamak içinde pek çok yöntem geliştirilmiştir. Bu yöntemler içerisinde; rütbelendirme, puanlama, risk analizi ve fayda-maliyet analizleri gibi sayısız yöntemler mevcut olup hemen hemen hepsine internet aracılığı ile ulaşabilirsiniz.

Uygun olan yöntem işletmeniz için seçilmeli ve uygulanmalıdır. Ancak, bunların ciddi zaman gerektirdiğini ve öncesinde ise sizin yapmanız gereken daha önemli adımlar olduğunu bilmelisiniz.

İşte, burada teknik bazı terimleri/analizleri tekrarlamaktansa “ki her yerde zaten var” konulara daha farklı bir bakış açısı ile yaklaşıp aşağıda ele almaya çalışacağım:

İşletmeniz için bir yazılım(çözüm) seçmek ayrı bir iş ve seçilen bu yazılımı(çözümü) işletmenize en doğru şekilde yapılandırmak ve aktif/verimli bir şekilde kullanıma sunmak ise tamamen ayrı bir sorumluluk sürecidir. Bilgi Teknolojileri alanında meydana gelen hızlı gelişmeler, beraberinde sayısız alternatiflerde sunmakta ve bu süreci daha da karmaşık hale getirmektedir. Ancak; seçenekler ne kadar çok olursa olsun, siz ilk aşamada resmin (iletişimde olduğunuz tüm çevresel faktörler ile birlikte…) bütününü işletmeniz için net bir şekilde görebiliyor ve devamında da bu resmi küçük parçalara ayırabiliyorsanız eğer, inanın bu süreci çok daha hızlı, kolay ve makul bir bütçede tamamlayabilirsiniz.

Dolayısı ile bu sürece başlamadan önce, öncelikli olarak işletmenizin gerçekten böyle bir çözüme ihtiyacı olup olmadığının tespit edilmesi gerekir. İhtiyaç ile birlikte işlemenizin gerçekten böyle bir sürece hazır mı diye de sorgulanması gerekir. Unutulmamalıdır ki hiçbir yazılım kusursuz olmadığı gibi lamdaki cin’de değildir. Parmağınızı şıklattığınız anda her şeyi ondan alamazsınız. Sonuç itibari ile dayandığı nokta İNSAN’dır. İşletmeniz çalışanlarının seviyesi ve uyumları seçilecek olan çözümün başarısında kritik öneme sahiptir ki en buna kültürel uyum diyorum.

Örnek : Yazılımı seçtiniz, danışmanlık uzmanına/firmasına karar verdiniz ve başladınız. Eğer, çalışanlarınızdan buna uyum sağlayabilecek/kullanabilecek kişiler yoksa yada eksikse, ya bazı çalışanlarınızı işten çıkarmak ve/veya yeni birilerini işe almak zorunda kalabilirsiniz. Ayrıca, bu projeyi yönetecek birine ihtiyacınız vardır ki bu eğer varsa IT’den biri veya yetenekli çalışanlarınızdan biri olabilir. Her iki durumda da eğer sorun varsa, bu durumda dışarıdan bir proje yöneticisi ile çalışmanız gerekebilir.

Seçim aşamasında bir diğer önemli nokta ise işletmenizin faaliyet alanıdır. Ayrıca; yerel olup olmadığınız, hem yerel hem global çalışıyorsanız hangi ülkeler ile çalıştığınız ve ileride çalışmayı düşündüğünüz diğer olası ülkelerde dahildir. Bu neden önemlidir? İşletmeniz için seçeceğiniz yazılım sadece sizin işletmenizde kullanılacak gibi düşünmeyin, aynı zamanda yukarıda bahsettiğim iletişimde olduğunuz işletmelerin (alıcılar, tedarikçiler gibi…) yapısı ve kullandıkları yazılımlar ile de mutlak surette sağlıklı iletişim içerisinde olması gerekir.

Örnek : Seçtiğiniz yazılım bir Türk (Elbette yabancı bir yazılım içinde aynı durum geçerlidir) yazılımı olsun ve üretiminizinde hem Türkiye içinde hem de Türkiye dışında proje bazlı ortak/birleşik üretim yaptığınızı düşünün..!! Bu durumda, o firmalardaki kullanılan sistemleri incelemeden, sizin yazılımınızla olası entegre çalışma yeteneklerini bilmeden kendinize göre bir seçim yapmanız kesinlikle çok yanlış olacaktır. Bununla birlikte, bu tarzda çalışan firmaların çoğu kendilerinin baz aldığı bir sistemi tercih etme zorunluluğuda getirmiş olabilirler ki bu çok sık rastlanan bir durumdur.

Bir diğer önemli etken ise hizmet alacağınız danışmanlık uzmanının ve/veya firmasının tecrübe ve yetkinlik seviyesidir. Pek çok işletme, öncelikli olarak yazılıma karar vermekte sonrasında ise danışmanlık firmasını seçmektedir. Bu, büyük bir hatadır. Yazılım istediği kadar iyi seviyede ve popüler olsun, eğer ki sizin sektörünüzde başarılı bir uygulaması ve ilgili danışmanlık firmasının da buna paralel olarak yeteri kadar tecrübesi yok ise sonuç mutlaka hüsranla bitecektir, en iyi ihtimalle ayırdığınız bütçeyi ciddi derecede aşmış olur ve proje çok gecikmiş olur.

Örnek : Yazılımı seçtiniz, danışmanlık firması içinde karar verdiniz ve uygulamaya başladınız. İlgili danışmanlar size gelmeye başladı ama bir türlü ortak dil oluşturamadınız. Bunun sebeplerinden bir tanesine yukarıda örnek vermiştim, kurum kültürünüz ve çalışanlarınızın uyumu diye.

Bunun karşı tarafında da danışmanlık firması adına çalışanların uyumu/bilgisi/tecrübesi önem kazanır. Çok bilgili ve harika programcılar/mühendisler olabilir. Ancak, bildiklerini size doğru aktaramıyor ve köprü oluşturamıyorlarsa eğer, defalarca değişiklik yaparsınız ama bir adım dahi ileriye gidemezsiniz. Dolayısı ile sözleşme aşamasında size hizmet verecek olan danışmanların şu ana kadar yapmış oldukları proje deneyimlerini ve sonuçlarını mutlaka yazılı olarak istemeli ve incelemelisiniz. Bunların hepsi tam olsa dahi sosyal olmayan ve empati kuramayan bir danışman sizin için yine sorun olacaktır.

İşletmeniz için seçeceğiniz yazılımda önemle aranması gereken bir özellik daha vardır ki bu da referanslardır. Piyasada yerel yada global pek çok yazılım var, her gün yeni bir yazılımda ortaya çıkıyor. Dolayısı ile seçecek olduğunuz yazılım için referanslar sizin için kritik derecede önem kazanmaktadır. Mutlak surette, kendi sektörünüz ile ilgili olmak kaydı ile en az 3 ve sektör dışından da yine en az 3 referansı ilgili firmadan talep ederek, bu referanslara birebir giderek yerinde incelemeniz büyük önem arz etmektedir. Özellikle dikkat edilecek noktalar; projenin başlama-bitiş tarihleri ve bu tarihlerden ne kadar sapmanın olup olmadığı, proje bitiş tarihinden sonra ne kadardır aktif kullanıldığı ve herhangi bir sorunla karşılaştıklarında projeyi yapan firmanın yaklaşımı, sorunlara hangi sürede ve nasıl çözümler getirdiğidir.

Örnek : Proje devam ederken bir sorun ile karşılaştınız, bunu firmaya ilettiniz ve size çeşitli nedenler ile geri dönerek hala çözüm bulamıyorlarsa ortada ciddi bir sorun var demektir. Veya geri döndüler ve dediler ki “bu sözleşme kapsamında değil ve ek ödeme gerekiyor yapabilmemiz için”, yine büyük bir sorun var demektir. Şunu unutmayınız: Bir projede asıl maliyet unsuru, danışmanlık/hizmet bedelleri oluşturur. Dolayısı ile sözleşmenizi yaparken kapsam dahili-harici adımların mümkün mertebe detaylı yer almasını sağlayınız.
Elbette, baştan her şeyin öngörülmesi de mümkün değildir. Dolayısı ile yazılım bütçenizi planlarken olası ek zorunlu bütçe sapmalarını da hesaba mutlaka katmalısınız.

Not: Yukarıda da bahsettiğim üzere “Unutulmamalıdır ki hiçbir yazılım kusursuz olmadığı gibi lamdaki cin’de değildir” sözünden yola çıkarak, size göre normal ancak hiçbir yazılımın yada danışmanlık firmasının yapamayacağı işleride istememeniz gerekir.  Herşey bir mantık ve imkan sınırları içinde olabilir.

Evet…Yukarıdaki genel açıklamalar ile birlikte aşağıda olması gereken kriterleri birer soru şeklinde özetleyeceğim sizlere:
  • İşletmeniz böyle bir sürece hazır mı?
  • İşletmeniz kurum kültürü itibari ile böyle farklı bir yapılanmaya uygun mu?
  • İşletme faaliyet alanınız ve ileriye yönelik vizyonunuz uzun vadeli olarak tanımlı mı?
  • İşletmeniz ile birlikte iletişimde olduğunuz tüm yapılar net olarak tanımlandı mı?
  • Proje yöneticiniz hazır mı?
  • Üst yönetim olarak bu projeye desteğiniz tam mıdır?
  • Danışmanlık firmanızın pazardaki durumu ve şu ana kadar yaptığı çalışmalar incelendi mi?
  • Yazılım ve danışmanlık aynı şirketten mi alınıyor? Ya da ikisi farklı mı olacak?
  • Yazılımın pazardaki durumu, başarısı ve gelişme süreci nasıldır?
  • Yazılım başka bir firma tarafından üretiliyorsa, üreticinin pazardaki durumu nedir?
  • Yazılımın sizin sektörünüzde başarılı uygulaması mevcut mu?
  • Yazılımın kullanılacağı işletim sistemi nedir? Değişiklik gerekecek mi ve maliyeti nedir?
  • Donanım alt yapınızda bir değişikliğe neden olacak mı ve maliyeti nedir?
  • Yeniden yada ek lisanslama maliyetleri tüm sistemler için net olarak tanımlanmış durumda mı?
  • Yazılıma ait sonraki dönem/yıllar için bakım maliyetleri açıkça belirtilmiş mi?
  • Eğitim süreci için ek bir maliyet söz konusu mu?
  • Yazılıma ait kullanılacak veritabanı hangisidir/alternatifi var mıdır?
  • Modüler bir yapıya mı sahiptir?
  • Esnek midir?
  • Güvenli midir?
  • Diğer sistemler ile uyumlu çalışabilmesi için entegrasyon kabiliyeti yeterli midir?
  • Kullanıcıya kullanım kolaylığı ve kişiselleştirebilme özelliği sunabiliyor mu?
  • Çoklu dil desteği sizin istediğiniz dilleri kapsıyor mu?
  • Kullanıcı hatasını en aza indirmek için erken uyarı ve yönlendirme sistemi mevcut mu?
  • Yerel mevzuata tam olarak uyumlu mu?
  • Mevzuat değişikliklerinde kolay ve hızlı adapte olabiliyor mu?
  • AB kapsamında yer alan değişiklikleri barındırıyor mu/kolay adapte olabiliyor mu?
  • WEB tabanlı mı ve hangi teknolojileri destekliyor/destekleyecek?
  • Kuruma ve/veya sektöre özel iş süreçleri tasarlamak ve uygulamak mümkün mü?
  • Benzer sektörlerdeki kurulum süreleri nedir?
  • Yazılım her açıdan kararlı bir yapıya sahip mi?
  • Uzaktan erişim ve destek seçenekleri mevcut mu?

Elbette sorular daha fazla ve detaylı olabilir ancak ilk aşamada bunlara cevap verebiliyor olmak, doğru adımları atmak için yeterli olacaktır.

Başarılı çalışmalar dilerim…

30 Ağustos 2010 Pazartesi

NE OLUR FAZLA MÜTEVAZİ OLMAYIN..!

Dünya'nın bulunduğu son 100 yılı ve bununda son 50 yılını dikkatli inceleyecek olursak eğer, insanlık tarihi teknik ve görsel olarak büyük ilerleme kaydetmiştir. Tüm bu ilerlemelere rağmen bazı şeyler ise hiç bir şekilde değişmemiştir. Bunlar içerisinde de en önemlisi insan hak ettiği değeri görmemektedir, görememektedir. Belli bir zümre vardır ki modern olarak adlandırılan şu dünyada sömürgecilik anlayışlarını tüm şiddeti ile süredürmeye devam etmektedir. Dolayısı ile aslında pek birşey değişmemektedir. Bu zümrenin dışında kalan insanlar ise, aşırı mütavazilikleri ve kibarlıkları nedeni ile ilerleme kaydedememektedirler. İşte gelinen bu durumda, artık bir şeylerin değişmesini istiyorsak eğer, daha aktif olmalı ve mütevaziliklerimizi dahi belli ölçülerde sınırlandırmalıyız ki karşımızda bulunan negatifliklere cevap verebilelim ve faydamız dokunsun.
Aşağıda konu ile ilgili olarak yapılmış bir çalışmayı paylaşıyorum ve sanırım ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır. Diliyorum ki gelecek günler hepimiz için daha güzel olsun...
Dunning-Kruger Sendromu..:

Televizyon izlerken birilerine bakıp da "Ya bu adam bu sığlıkla nasıl buralara kadar gelebilmiş" diye düşündüğünüz oldumu hiç? Ya da işyerinizde sizinle aynı ya da daha üst aşamada bir görevde olan 

bazıları, sizde büyük bir şaşkınlık uyandırdı mı? Onlara bakıp "Bu cahillik, kendini bilmezlik nasıl fark edilmez?" diye iç geçirdiniz mi? 

Justin Kruger ve David Dunning adlı iki ABD'li bu hissi çok yaşamış olacak ki iki psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya attı: 

"Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır."

Ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı. Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşıldı: 
  • Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler. 
  • Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.
  • Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.
  • Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.

Bitmedi...

Cornell Üniversitesi' ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı ve klasik "Nasıl geçti?" sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi... Soruların yüzde 10'una bile yanıt veremeyenlerin "kendilerine güvenleri" müthişti. Onların "testin yüzde 60'ına doğru yanıt verdiklerini" düşündükleri; hatta "iyi günlerinde olmaları halinde yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine inandıkları" ortaya çıktı.
Soruların yüzde 90'ından fazlasını doğru yanıtlayanlar ise "en alçakgönüllü" deneklerdi, soruların yüzde 70' ine doğru yanıt verdiklerini düşünüyorlardı.
Tüm bu sonuçlar bir araya getirildi ve Dunning-Kruger Sendromu'nun metni yazıldı:

"İşinde çok iyi olduğuna" yürekten inanan 'yetersiz' kişi, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür!


Ancak bu 'cahillik ve haddini bilmeme' karışımı mesleki açıdan müthiş bir itici güç oluşturur. 'Eksiler' kariyer açısından 'artıya' dönüşür.
Sonuçta, 'kifayetsiz muhterisler' her zaman ve her yerde daha hızlı yükselirler.. . Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında 'fazla alçakgönüllü' davranarak öne çıkmaz, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmaz, kıymetlerinin bilinmesini beklerler... Tabii beklerken kırılır, kendilerini daha da geriye çekerler... Muhtemelen üstleri tarafından da 'ihtiras eksikliği' ile suçlanırlar... "
Ne olur fazla mütevazi olmayın..!