30 Ağustos 2010 Pazartesi

NE OLUR FAZLA MÜTEVAZİ OLMAYIN..!

Dünya'nın bulunduğu son 100 yılı ve bununda son 50 yılını dikkatli inceleyecek olursak eğer, insanlık tarihi teknik ve görsel olarak büyük ilerleme kaydetmiştir. Tüm bu ilerlemelere rağmen bazı şeyler ise hiç bir şekilde değişmemiştir. Bunlar içerisinde de en önemlisi insan hak ettiği değeri görmemektedir, görememektedir. Belli bir zümre vardır ki modern olarak adlandırılan şu dünyada sömürgecilik anlayışlarını tüm şiddeti ile süredürmeye devam etmektedir. Dolayısı ile aslında pek birşey değişmemektedir. Bu zümrenin dışında kalan insanlar ise, aşırı mütavazilikleri ve kibarlıkları nedeni ile ilerleme kaydedememektedirler. İşte gelinen bu durumda, artık bir şeylerin değişmesini istiyorsak eğer, daha aktif olmalı ve mütevaziliklerimizi dahi belli ölçülerde sınırlandırmalıyız ki karşımızda bulunan negatifliklere cevap verebilelim ve faydamız dokunsun.
Aşağıda konu ile ilgili olarak yapılmış bir çalışmayı paylaşıyorum ve sanırım ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır. Diliyorum ki gelecek günler hepimiz için daha güzel olsun...
Dunning-Kruger Sendromu..:

Televizyon izlerken birilerine bakıp da "Ya bu adam bu sığlıkla nasıl buralara kadar gelebilmiş" diye düşündüğünüz oldumu hiç? Ya da işyerinizde sizinle aynı ya da daha üst aşamada bir görevde olan 

bazıları, sizde büyük bir şaşkınlık uyandırdı mı? Onlara bakıp "Bu cahillik, kendini bilmezlik nasıl fark edilmez?" diye iç geçirdiniz mi? 

Justin Kruger ve David Dunning adlı iki ABD'li bu hissi çok yaşamış olacak ki iki psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya attı: 

"Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır."

Ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı. Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşıldı: 
  • Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler. 
  • Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.
  • Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.
  • Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.

Bitmedi...

Cornell Üniversitesi' ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı ve klasik "Nasıl geçti?" sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi... Soruların yüzde 10'una bile yanıt veremeyenlerin "kendilerine güvenleri" müthişti. Onların "testin yüzde 60'ına doğru yanıt verdiklerini" düşündükleri; hatta "iyi günlerinde olmaları halinde yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine inandıkları" ortaya çıktı.
Soruların yüzde 90'ından fazlasını doğru yanıtlayanlar ise "en alçakgönüllü" deneklerdi, soruların yüzde 70' ine doğru yanıt verdiklerini düşünüyorlardı.
Tüm bu sonuçlar bir araya getirildi ve Dunning-Kruger Sendromu'nun metni yazıldı:

"İşinde çok iyi olduğuna" yürekten inanan 'yetersiz' kişi, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür!


Ancak bu 'cahillik ve haddini bilmeme' karışımı mesleki açıdan müthiş bir itici güç oluşturur. 'Eksiler' kariyer açısından 'artıya' dönüşür.
Sonuçta, 'kifayetsiz muhterisler' her zaman ve her yerde daha hızlı yükselirler.. . Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında 'fazla alçakgönüllü' davranarak öne çıkmaz, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmaz, kıymetlerinin bilinmesini beklerler... Tabii beklerken kırılır, kendilerini daha da geriye çekerler... Muhtemelen üstleri tarafından da 'ihtiras eksikliği' ile suçlanırlar... "
Ne olur fazla mütevazi olmayın..!

26 Ağustos 2010 Perşembe

ZAMAN YÖNETİMİ (Mİ)..?

“Zaman”, hepimiz için son derece klasik ancak bunun yanında vazgeçilmesi de olanaksız bir gerçeklikdir. Torpil geçilmemiştir, alınamaz ve satılamaz, para gibi borç olarak da istenemez, pahalıdır. Görünmezdir ama hep çevremizdedir, kokusu yoktur, dokunamazsınız. Tanımlanabilen bir hızı yoktur ve asla biriktirilemez. Zamanın, tüm yaşamımızı temsil ettiğini asla unutmamalıyız. Sonuç itibari ile hepimizin eşit zamanı vardır, aslında hepimiz birer zaman yolcusuyuz ve bu yolculuğu en doğru/anlamlı şekilde geçirmek ve zevk almayı da bilmek çok önemlidir.

“Sen hayatı sevmez misin ? Öyleyse zamanını boşa harcama, çünkü hayat ondan yapılmıştır (Benjamin FRANKLIN)”

Dolayısı ile şahsen zamanı yönetmek konusuna farklı yaklaşmak taraftarıyım. İnsanın zamanı yönetmeye çalışmasındansa, zamanın insanı yönettiğine inanıyorum. Peki, bu durumda ne yapılmalı, nasıl düşünmeliyiz, zamana karşı nasıl kazanabiliriz? Buna birkaç örnek verebiliriz; tarihte yaşamış pek çok akılda kalıcı karakter vardır ve bir kısmının hayat süreleri son derece kısa olmasına rağmen, çok önemli işleri kısa zaman aralığında başarmışlardır  “aynı seviyede olan+daha uzun yaşam süresine” sahip kişilere göre. Buradaki ayırt edici nokta, bu kişilerin kendileri ile barışık olmaları, çok iyi tanımaları ve ne istediklerini çok iyi bilmelerinden kaynaklıdır. Buna, disiplin ve stresin olumlu yönetiminide eklemek de fayda vardır. Dolayısı ile de zamana yenik düşmemişler yapabilecekleri konusunda inançlarını kaybetmeden hedeflerine odaklanmışlardır.

“İnsanoğlunun içinde uyuyan güçler vardır. Kendisi bile şaşırır. Çünkü bu güçlere sahip olduğu aklından bile geçmez. Bu güçleri uyandırıp eyleme geçebilirse, o kişinin hayatında büyük bir devrim olurdu (SWETTE MARDEN)” 

Örneğin; gün gelir kişi bir yerlerde işe girer. Günde 8 saat ve haftada 6 gün ile mesaisi vardır. Durum şimdilik çok normal gibi görünüyor ancak bu kişi o iş yerinde tek başına çalışmamaktadır, birden fazla departman ve çalışan mevcuttur, yurtiçi ve yurtdışı operasyonları vardır. Kısacası kendisinin dışında çeşitli nitelik ve niceliklerde etkenler vardır. Peki, bu kişinin bilinen tüm teknikleri uygulamasına rağmen tüm zamanını doğru yönettiğini düşünebilir misiniz? Elbette ki buna verilebilecek cevap tamamı ile değildir olacaktır. Ancak; kişi kendini iyi tanıyorsa, yapabileceklerini ve yapamayacaklarını net belirleyebildi ise, işte o zaman kendisini iyi kullanarak olası zaman aralığında maksimum verimliliğe ulaşmış demektir. Bu, zaman yönetimi değildir, kişinin kendisini iyi tanımasından kaynaklı olan insan kaynağının/kendisinin yönetimidir. O halde, insanı ilk odak noktası olarak almayan sistemlerde her zaman için negatiflikler daha fazla olacaktır ki günümüzde dünyasında da artık insana odaklı sistemler geliştirilmektedir sürekli, bu ve benzeri sorunları minimize edebilmek için. Her durumda üzerinde durulması gereken en önemli konu insandır.
Bir süre önce TV kanallarında birinde izlediğim bir bilgiyi sizlerle paylaşmak istiyorum, konumuza güzel bir örnek olacaktır. TV programında, AUDI marka otomobillere ait Almanya’daki üretim tesislerinde bir aracın nihai kullanılabilir bir ürün haline gelmesindeki tüm süreçler anlatılıyordu. Kimi zaman elle yapılan araçların üretiminde, planlayıcılar üretim istasyonlarındaki her parçanın ve işlemi büyük bir titizlik ile saniye saniye belirlemişlerdi. Ancak, bunun planlanan zaman aralığında ve kalitede ürünün oluşmasında yeterli olmayacağını bildiklerinden, yukarıda da belirttiğim üzere üretimin odak noktasına insanı yerleştirmişlerdi. İnsanı yerleştirmekten kasıt ise, yüksek bilgi ve tecrübe gerektiren tüm işlerde, firmanın en iyi, en eski ve profesyonel uzmanlarını çalıştırıyorlardı. Bu uzmanlar, firmanın neredeyse 20 yıllık çalışanları idi.

“Ey insan, zaman sensin, sen iyi olursan zaman da iyidir, eğer sen kötü isen zaman da kötüdür (Hz. Muaviye r.a.)”

Pek çok üretim teknik ve teknolojilerinde kullanılan kapasite yönetimi, aslında öncelikli olarak  insan kapasitesinin analizi ve yönetimi olarak ele alınmalı, zamanın ise belirlenen bu kapasiteye göre uyumlaştırma ve eşleştirme çalışmasının yapılması çok daha ve doğru bir yaklaşım tarzı olacaktır diye düşünüyorum.
İşte bu noktada, İnsan Kaynakları Departmanları büyük önem kazanıyor. Ancak, İK bölümlerinin standart bordro elemanı gibi çalışma ve yurtdışında geliştirilmiş her şablon yönteminin bizim insanımıza uyacağı düşüncesinden de uzaklaşmaları acilen gerekmektedir. Önemli olan, gerçekten özgün araştırma ve analizler yaparak, dinamik ve esnek programlar geliştirme ve uygulamalarıdır. Elbette bu uygulamalarında, eğitim alacak olan kurum ve kişilere aktarım yöntemleri de, gerçek anlamda son derece özelleştirilmiş, eğitim alma psikolojisinden sıyrılmış ve eğlendirici yanı da olan unsurlar içermelidir. Aksi durumda, kısa ve orta vadede fayda sağlamış gibi gözükse de, uzun vadede yeterli olmayacaktır.

“Başını kaşıyacak vakti olmayanların, zamanlarının sadece  %35’ni DOLU olarak kullandıkları tespit edilmiştir.”

Görüldüğü üzere, iyi bir sonuç sadece iyi bir zaman planlaması ile değil doğru insan unsurunun birlikte ve ahenk içerisinde çalışması ile mümkün olabiliyor. Burada, hiçbir zaman insan alt unsur değildir, olmamalıdır da. Her zaman için ana unsur insan olmalıdır. İnsanı tanıma ve doğru kullanma, başarılı yönetiminde sırrıdır…
Herhangi bir işi üstlenmeden önce;
·    - Kendimize karşı dürüst olmalıyız,
·    - Kendimizi  iyi tanımalıyız,
·    - Kapasitemizi iyi bilmeliyiz,
·    - Beklentilerimizi (hedeflerimiz) net belirlemeliyiz,
·    - Hayır diyebilmeyi öğrenebilmeliyiz,
·    - Tatmin sınırımız net olmalı,
·    - Mutlu olma düzeyimizi iyi bilmeliyiz,
·    - Cesur olmalıyız,
Yukarıdakiler ile ilgili olarak kendimize doğru soruları sorup, net cevaplar alabilirsek eğer, iyi ve doğru bir başlangıç yapabiliriz hayata. İnsanın kendini iyi tanıması, olumlu ve/veya olumsuz ya da iyi ve/veya kötü yönlerini net olarak bilmesi, günlük yaşam içinde neleri yapıp yapamayacağını, yaşadıkları karşısında neler hissedebileceğini, neler düşünebileceğini ve neler yapabileceğini öngörebilmesi, içindeki arzu ve ihtiyaçlarının farkındalığı ile doğrudan ilişkilidir.

“Bu hayatta tek ihtiyacınız, kendinize olan güveniniz ve reddebilme yeteneğinizdir (Mark Twain)”

Bu durumda, zamanın bizi yönetmesine engel olur ve kendimizi iyi planlayarak hayatımızı çok daha kabul edilebilir ve mutlu geçirebiliriz. Özelikle mutlu kelimesini koyu renkli yazdım vurgulamak için. Nedeni ise, mutlu olmayı bilen bir insan kendini iyi tanıyan insandır, dolayı ile de hayatında çok fazla sıkıntı yaşamayacaktır.
Yazımda özellikle vurgulamaya çalıştığım 2 konu oldu; Kendimiz ve Mutluluk… Bu 2 konu ihtiyacımız olan pozitif sonuçların tümünü bize verecektir. Bununla birlikte, hayatın her zaman için negatif yanlarının da olduğunu unutmamalı, bunlar olmadan yaşamın gerçeklerini anlamamızın mümkün olmadığının da bilincinde olmalıyız.

Ve son olarak aşağıdaki alıntıyı sizlerle paylaşmayı isterim..:

"Bir zamanlar, liseyi bitirip üniversiteye girmek için ölüyordum…
Sonra ölüyordum üniversite bitsin, işe başlayayım diye!
Derken, evleneyim, çocuklarım olsun diye ölmeye başladım...
Çocuklarım oldu, ölürüm onlar için diye düşünmeye başladım…
Büyüsünler, iyi yetişsinler diye ölümüne çalıştım!
An geldi, ölürüm arkadaş emekli olmak için!
Dedim kendi kendime…
Şimdi, artık gerçekten ölüyorum,
Ve birden farkına vardım ki,
Yaşamayı unutmuşum!!!

Ne olur sen de kendine yapma bunu!!!
Yaşadığın her anın kıymetini bil,
Her günün keyfini çıkar...

Hey arkadaş!
Para kazanmak için sağlığımızdan oluyoruz...
Sonrada, sağlığımızı geri kazanmak için paramızdan oluyoruz;
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayıp,
 Hiç yaşamamış gibi ölüyoruz..."


* Alıntıdır.