26 Ağustos 2010 Perşembe

ZAMAN YÖNETİMİ (Mİ)..?

“Zaman”, hepimiz için son derece klasik ancak bunun yanında vazgeçilmesi de olanaksız bir gerçeklikdir. Torpil geçilmemiştir, alınamaz ve satılamaz, para gibi borç olarak da istenemez, pahalıdır. Görünmezdir ama hep çevremizdedir, kokusu yoktur, dokunamazsınız. Tanımlanabilen bir hızı yoktur ve asla biriktirilemez. Zamanın, tüm yaşamımızı temsil ettiğini asla unutmamalıyız. Sonuç itibari ile hepimizin eşit zamanı vardır, aslında hepimiz birer zaman yolcusuyuz ve bu yolculuğu en doğru/anlamlı şekilde geçirmek ve zevk almayı da bilmek çok önemlidir.

“Sen hayatı sevmez misin ? Öyleyse zamanını boşa harcama, çünkü hayat ondan yapılmıştır (Benjamin FRANKLIN)”

Dolayısı ile şahsen zamanı yönetmek konusuna farklı yaklaşmak taraftarıyım. İnsanın zamanı yönetmeye çalışmasındansa, zamanın insanı yönettiğine inanıyorum. Peki, bu durumda ne yapılmalı, nasıl düşünmeliyiz, zamana karşı nasıl kazanabiliriz? Buna birkaç örnek verebiliriz; tarihte yaşamış pek çok akılda kalıcı karakter vardır ve bir kısmının hayat süreleri son derece kısa olmasına rağmen, çok önemli işleri kısa zaman aralığında başarmışlardır  “aynı seviyede olan+daha uzun yaşam süresine” sahip kişilere göre. Buradaki ayırt edici nokta, bu kişilerin kendileri ile barışık olmaları, çok iyi tanımaları ve ne istediklerini çok iyi bilmelerinden kaynaklıdır. Buna, disiplin ve stresin olumlu yönetiminide eklemek de fayda vardır. Dolayısı ile de zamana yenik düşmemişler yapabilecekleri konusunda inançlarını kaybetmeden hedeflerine odaklanmışlardır.

“İnsanoğlunun içinde uyuyan güçler vardır. Kendisi bile şaşırır. Çünkü bu güçlere sahip olduğu aklından bile geçmez. Bu güçleri uyandırıp eyleme geçebilirse, o kişinin hayatında büyük bir devrim olurdu (SWETTE MARDEN)” 

Örneğin; gün gelir kişi bir yerlerde işe girer. Günde 8 saat ve haftada 6 gün ile mesaisi vardır. Durum şimdilik çok normal gibi görünüyor ancak bu kişi o iş yerinde tek başına çalışmamaktadır, birden fazla departman ve çalışan mevcuttur, yurtiçi ve yurtdışı operasyonları vardır. Kısacası kendisinin dışında çeşitli nitelik ve niceliklerde etkenler vardır. Peki, bu kişinin bilinen tüm teknikleri uygulamasına rağmen tüm zamanını doğru yönettiğini düşünebilir misiniz? Elbette ki buna verilebilecek cevap tamamı ile değildir olacaktır. Ancak; kişi kendini iyi tanıyorsa, yapabileceklerini ve yapamayacaklarını net belirleyebildi ise, işte o zaman kendisini iyi kullanarak olası zaman aralığında maksimum verimliliğe ulaşmış demektir. Bu, zaman yönetimi değildir, kişinin kendisini iyi tanımasından kaynaklı olan insan kaynağının/kendisinin yönetimidir. O halde, insanı ilk odak noktası olarak almayan sistemlerde her zaman için negatiflikler daha fazla olacaktır ki günümüzde dünyasında da artık insana odaklı sistemler geliştirilmektedir sürekli, bu ve benzeri sorunları minimize edebilmek için. Her durumda üzerinde durulması gereken en önemli konu insandır.
Bir süre önce TV kanallarında birinde izlediğim bir bilgiyi sizlerle paylaşmak istiyorum, konumuza güzel bir örnek olacaktır. TV programında, AUDI marka otomobillere ait Almanya’daki üretim tesislerinde bir aracın nihai kullanılabilir bir ürün haline gelmesindeki tüm süreçler anlatılıyordu. Kimi zaman elle yapılan araçların üretiminde, planlayıcılar üretim istasyonlarındaki her parçanın ve işlemi büyük bir titizlik ile saniye saniye belirlemişlerdi. Ancak, bunun planlanan zaman aralığında ve kalitede ürünün oluşmasında yeterli olmayacağını bildiklerinden, yukarıda da belirttiğim üzere üretimin odak noktasına insanı yerleştirmişlerdi. İnsanı yerleştirmekten kasıt ise, yüksek bilgi ve tecrübe gerektiren tüm işlerde, firmanın en iyi, en eski ve profesyonel uzmanlarını çalıştırıyorlardı. Bu uzmanlar, firmanın neredeyse 20 yıllık çalışanları idi.

“Ey insan, zaman sensin, sen iyi olursan zaman da iyidir, eğer sen kötü isen zaman da kötüdür (Hz. Muaviye r.a.)”

Pek çok üretim teknik ve teknolojilerinde kullanılan kapasite yönetimi, aslında öncelikli olarak  insan kapasitesinin analizi ve yönetimi olarak ele alınmalı, zamanın ise belirlenen bu kapasiteye göre uyumlaştırma ve eşleştirme çalışmasının yapılması çok daha ve doğru bir yaklaşım tarzı olacaktır diye düşünüyorum.
İşte bu noktada, İnsan Kaynakları Departmanları büyük önem kazanıyor. Ancak, İK bölümlerinin standart bordro elemanı gibi çalışma ve yurtdışında geliştirilmiş her şablon yönteminin bizim insanımıza uyacağı düşüncesinden de uzaklaşmaları acilen gerekmektedir. Önemli olan, gerçekten özgün araştırma ve analizler yaparak, dinamik ve esnek programlar geliştirme ve uygulamalarıdır. Elbette bu uygulamalarında, eğitim alacak olan kurum ve kişilere aktarım yöntemleri de, gerçek anlamda son derece özelleştirilmiş, eğitim alma psikolojisinden sıyrılmış ve eğlendirici yanı da olan unsurlar içermelidir. Aksi durumda, kısa ve orta vadede fayda sağlamış gibi gözükse de, uzun vadede yeterli olmayacaktır.

“Başını kaşıyacak vakti olmayanların, zamanlarının sadece  %35’ni DOLU olarak kullandıkları tespit edilmiştir.”

Görüldüğü üzere, iyi bir sonuç sadece iyi bir zaman planlaması ile değil doğru insan unsurunun birlikte ve ahenk içerisinde çalışması ile mümkün olabiliyor. Burada, hiçbir zaman insan alt unsur değildir, olmamalıdır da. Her zaman için ana unsur insan olmalıdır. İnsanı tanıma ve doğru kullanma, başarılı yönetiminde sırrıdır…
Herhangi bir işi üstlenmeden önce;
·    - Kendimize karşı dürüst olmalıyız,
·    - Kendimizi  iyi tanımalıyız,
·    - Kapasitemizi iyi bilmeliyiz,
·    - Beklentilerimizi (hedeflerimiz) net belirlemeliyiz,
·    - Hayır diyebilmeyi öğrenebilmeliyiz,
·    - Tatmin sınırımız net olmalı,
·    - Mutlu olma düzeyimizi iyi bilmeliyiz,
·    - Cesur olmalıyız,
Yukarıdakiler ile ilgili olarak kendimize doğru soruları sorup, net cevaplar alabilirsek eğer, iyi ve doğru bir başlangıç yapabiliriz hayata. İnsanın kendini iyi tanıması, olumlu ve/veya olumsuz ya da iyi ve/veya kötü yönlerini net olarak bilmesi, günlük yaşam içinde neleri yapıp yapamayacağını, yaşadıkları karşısında neler hissedebileceğini, neler düşünebileceğini ve neler yapabileceğini öngörebilmesi, içindeki arzu ve ihtiyaçlarının farkındalığı ile doğrudan ilişkilidir.

“Bu hayatta tek ihtiyacınız, kendinize olan güveniniz ve reddebilme yeteneğinizdir (Mark Twain)”

Bu durumda, zamanın bizi yönetmesine engel olur ve kendimizi iyi planlayarak hayatımızı çok daha kabul edilebilir ve mutlu geçirebiliriz. Özelikle mutlu kelimesini koyu renkli yazdım vurgulamak için. Nedeni ise, mutlu olmayı bilen bir insan kendini iyi tanıyan insandır, dolayı ile de hayatında çok fazla sıkıntı yaşamayacaktır.
Yazımda özellikle vurgulamaya çalıştığım 2 konu oldu; Kendimiz ve Mutluluk… Bu 2 konu ihtiyacımız olan pozitif sonuçların tümünü bize verecektir. Bununla birlikte, hayatın her zaman için negatif yanlarının da olduğunu unutmamalı, bunlar olmadan yaşamın gerçeklerini anlamamızın mümkün olmadığının da bilincinde olmalıyız.

Ve son olarak aşağıdaki alıntıyı sizlerle paylaşmayı isterim..:

"Bir zamanlar, liseyi bitirip üniversiteye girmek için ölüyordum…
Sonra ölüyordum üniversite bitsin, işe başlayayım diye!
Derken, evleneyim, çocuklarım olsun diye ölmeye başladım...
Çocuklarım oldu, ölürüm onlar için diye düşünmeye başladım…
Büyüsünler, iyi yetişsinler diye ölümüne çalıştım!
An geldi, ölürüm arkadaş emekli olmak için!
Dedim kendi kendime…
Şimdi, artık gerçekten ölüyorum,
Ve birden farkına vardım ki,
Yaşamayı unutmuşum!!!

Ne olur sen de kendine yapma bunu!!!
Yaşadığın her anın kıymetini bil,
Her günün keyfini çıkar...

Hey arkadaş!
Para kazanmak için sağlığımızdan oluyoruz...
Sonrada, sağlığımızı geri kazanmak için paramızdan oluyoruz;
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayıp,
 Hiç yaşamamış gibi ölüyoruz..."


* Alıntıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder